21 Mayıs 2012 Pazartesi

ÖNCE CANAN SONRA CAN?????

    Bu nasıl bir huydur ben kendimi çözemedim?Nedense hep önce karşımdakini sonra kendimi düşünen bir kişiyim.Bu benim karakterim galiba.İstiyorum ki herkese elimden gelen birşey varsa yardımcı olayım.Ama bazen bu huyum aşırılığa kaçabiliyor,karşımdaki yüzüme karşı söylemese de ''eeee yeter be amma da karışıyor,herşeye burnunu sokuyor'' diye düşünüyor sanıyorum.Aslında niyetim herşeye maydanoz olmak değil.Ama insanlara yardım edebiliyorsam bu beni mutlu ediyor.
  
    Mesela dün kuzenim sözlendi.Ben de onun için yüzüğüydü,çiçeğiydi,çikolatasıydı koşturdum.Sakın yanlış anlaşılmasın severek ve isteyerek yapıyorum tüm bunları.Bir de kimseyi karıştırtmıyorum,''bana bırakın ben hallederim'' diyorum.Cuma Günü bu işleri halletmek için bir yağmura yakalandık ki Levent'le,trafik te kilit,sırılsıklam olduk ve Çağlayan-Şişli-Mecidiyeköy-Çağlayan arası yürümek zorunda kaldığımızdan çok yorulduk.Şişli'de 19 Mayıs yürüyüşü için asılan bayrakları görüp ''Ay bayraklar sırılsıklam olmuşşş'' dedim üzülerek.Levent te bana ''sen kendi halini düşünmüyor da bayraklar ıslandı diye mi üzülüyorsun?'' dedi.

     Aslında önce can sonra canan ama ben bazen önce canan sonra can diyorum.Sizce iyi mi diyorum kötü mü diyorum?

18 Mayıs 2012 Cuma

DUA,DUA,DUA

2008 temmuz ayında ani bir miğde ağrısıyla doktora gittim iğne ilaç geri geldim ama geçmedi çok daha şiddetlendi tekrar doktor ve birkaçtanesi ama geçmiyo sıkılma boğulma vekalp çarpıntısı canım boğazıma geliyo ama bir türlü çıkmıyo heran ölümle başbaşasınız.endeskopiler kolonoskopiler,tahliller ve ultrasonlar herşey yapıldı.daha sonra hocalara gitmeye başladım onlarda okunmuş bir şeyi yediğimi söylediler bu arada birçok psikolojik destek ve terapide aldım onlar bile dua etmem ve okumam gerektiğini söylediler.gittiğim hocalarda bir şifa olmadı.
ben öğretmenim ve bu rahatsızlıktn ötürü mesleğimi bıraktım evden dışarı çıkamıyorum yalnız hiçbir yere gidemiyorum. şimdide içimde yoğun bir sıkıntı var ve göğüs kafesimi tırmalıyor .
kendimide okusam başkasıda okusa miğde bulantısı çekiyoruz babam kusmaktan kötü oluyo yine psikolojik destek almaya devam ediyorum. ama hayatım da beni üzecek köü yapacak ne bir travma yaşadım nede kötü bi olay doktorlarda şaşıyo bu duruma çok neşeli ve hayat dolu bi insandım şimdi yaşama sevincim bile yok .
artık hastanelere tahammülüm yok.sabrımda kalmadı ne yapacağımı bilemiyorum.artık yaşamak istiyorum 4 senedir herşeyi unuttum Allaha çok dua ediyorum biran önce beni ayağa kaldırması için.bu dünyaya boşa gelmediğimizi düşünüyorum bir kişiyi bile Allah yolunda bilinçlense ne mutlu bana ama böyle evse oturarak ve sıkıntı çekerek ne kendime ne de başkalarına bir faydam yok bir yardımınız olursa çok sevinirim tıbbi yollara hep başvurdum bir sürü ilaç kullandım ama hiç geçmedi sıkıntım iç sıkıntısı hiç bir hastalığa benzemiyor.gittikçe karamsar olmaya ve ümitsizliğe kapıldım…”


      Bu yukarıda yazılı olan herşey tamamen gerçektir ve takip ettiğim bir blog yazarı tarafından yazılmıştır.Okudum ve çok üzüldüm.Ben kendi durumumu düşünürken bu yazılar benim karşıma çıkıyor,biliyorum ki bunlar aslında bana gönderilen mesajlar.Ben  kendi halimi düşünürken daha neler neler oluyor dünyada biliyorum zaten.Yani benim yaşadıklarım hiçbirşey değil aslında farkındayım.

      İç sıkıntısı,psikolojik sorun,travma ya da adı her ne ise çok zor birşey.Bu durum herkeste aynı belirtileri göstermiyor.Tabii bu konuda ahkam kesmek istemem.Ben burada sadece kendi düşüncelerimi ,hislerimi paylaşıyorum.

      Ben de bazı sorunlar yaşadım ve sonucunda şu an psikolojik yardım alıyorum.Yapı gereği herşeyi çok içime atmam genelde.Bu da böyle durumlarda avantaj oluyor bana göre.Böyle diyorum ama tabi yine de içime attığım,ufacık birşeyi çok fazla büyüttüğüm durumlar da oluyor maalesef.

      Ama artık herşeyi kafama takmamayı,olayları fazla büyütmemeyi,kurcalamamayı öğreniyorum yavaş yavaş.Akıl almayı,insanların düşüncelerini çok önemserim.Mesela geçen gece eşim iş için yurt dışına gitti.Eskiden olsa aman Allah neler kurardım neler?Şimdi ise öyle değilim.İyi ki de değilim.Ben kafamda saçma sapan şeyler kura kura,kendimi yıpratıyorum ama kimseye birşey olduğu yok,olan yine bana oluyor.Sinir stres sahibi oldum.Neyse eşime gitmeden telefonda dedim ki:

     -Sen beni bu gece aramasan da olur,yarın belli bir saate kadar merak etmem zaten dedim.

     -O da normal olarak ''tamam'' dedi.

     O gece ben uyumadan önce bir iki kez aradım telefonu kapalı.Bu durumda benim çıldırmam falan gerekirdi ama ''aman ne olacak ya kaçıp gitmiş bile olsa farketmez'' deyip direkt uyudum.Ertesi gün geldi normal olarak.Ablama anlatıyorum da ''kızım senin de bi ayarın yok'' diyo,gülüyoruz.

     Bir de benim şöyle bir huyum vardı eskiden.Ablamın bir kızı var.14-15 yaşlarında bir tanecik yeğenim.Mesela bazen ablamı arıyorum,Alara açıyor telefonu annesinin evde olmadığını söylüyor.Allaaaaaah ben var ya kızı bin kez arıyorum bu sefer.''Annen geldi mi?yemeğini yedin mi?sakın kapıyı kimseye açma,hatta kapı çalar da delikten bakıp yabancı birini görürsen sanki baban evdeymiş gibi yapıp,babaaaaa kapı çalıyo de'' gibisinden şeyler söylerdim.Ya da diyelim Alara arkadaşlarıyla haftasonu bir yere gidecek.Ben bunu öğrendim ya tamam artık.Ablama diyorum ki ''ben Alara'yı takip edeyim en iyisi''.Ablam da bana ''saçmalama'' falan diyo gülerek.Tabi şimdi bu yazıları okuyan biricik tatlı yeğenim,belki bana kızacak ama ona güvenmediğimden değil,ne bileyim ortam çok kötü o yüzden valla.Neyse ki artık bu düşüncelerimden kurtuldum,kötü şeyler düşünmüyorum.

     Doktorum da bana dua etmemi söylemişti.Ediyorum da zaten.Hatta o zaman doktorum bana ''bol bol dua et'' dediğinde çok şaşırmış ve şaşırdığımı kendisine de söylemiştim.Sanki doktorlar robot.Bana dua etmemi söyledi ya o gün,sanki daha bir yakın hissettim kendimi ona ve çok sevindim.


15 Mayıs 2012 Salı

BOŞLUK..

      Ne acayip bir duygu bu.Hislerimi bazen ben bile tarif edemiyorum.Mutsuzluk mu,bıkkınlık mı,öfke mi,sıkıntı mı,sorumluluk mu?

     Bazen kendimi çok yalnız ve herşeye boşvermiş gibi,herşey anlamsız gibi,mutsuz ve amaçsız hissediyorum.Aslında şükredecek çok şeyim var biliyorum.En başta sağlığım yerinde,sevdiklerim yanımda(en sevdiklerimden ikisi hariç).Eksikliğini hissettiğim canımdan iki parça;rahmetli annem ve hayatta olduğu halde kaybettiğim canım babam.

      Neredeyse 1 sene oldu babamla görüşmeyeli.24 senedir annesizlik,1 senedir babasızlık.Çok zor.Aslında babamla arada bir problem değil de,bir yanlış anlaşılma var.Uğraşmak istemiyorum,babamı her ne kadar çok özlesem de,onu canımdan çok sevsem de,aynı şeyleri yaşamak,bunlarla uğraşmak istemiyorum.

      Hatalıyım biliyorum.Her ne olursa olsun,haklı da olsam,haksız da olsam babamı aramalıyım biliyorum.Bilsem ki bir daha herşey sorunsuz devam edecek,babama sürekli müdahale eden kişi bu huylarından,babamı etkilemekten,onu kışkırtmaktan,huzur bozmaktan vazgeçecek;bir saniye durmam koşa koşa giderim,bir daha asla babamı bırakmam.

     ''Ne olursa olsun önce kızlarım'' derdi babam.Yaşanan olaydan sonra ne ablamı ne beni bir kez bile aramadı,sormadı,hep yaşadığı kişiye inandı.Ona da hak veriyorum.Belki yaşlılık,belki annemi kaybettiği için tekrar yaşadığı kişiyi kaybetme korkusu,belki evlatlarının onu aramadığı için duyduğu kırgınlık,bilemiyorum.

     Her ne olursa olsun aramalıyım,gitmeliyim,ona şimdiye kadar söylemeyip ,içimde biriktirdiğim herşeyi söylemeliyim.O benim babam,canım,herşeyim.Sonradan pişman olmak istemiyorum.''Keşke'' demek istemiyorum.Ne zaman olacak bilemiyorum.Şu anda kendimde o gücü bulamıyorum.

     Hayatta bir amacı olmalı mı illa ki insanın?Benim hiçbir amacım yok.Boşluktayım.Yaşadıklarım,gördüklerim,duyduklarım,belki de dünyada yaşanan bu çirkinlikler,haksızlıklar benim böyle olumsuz düşünmeme neden olan.

    Bir an önce dünyanın sonu gelse,ooohhhh toptan temizlik olur ne güzel.Biliyorum saçma gelecek ama boş yaşıyorum,zamanın dolmasını bekliyorum sanki.Öylesine bir hayat işte.İsyan değil bu düşüncelerim,her zaman şükredenlerdenim.Zaten Allah içimi biliyor.Maneviyat çok önemli,keşke dediğim ama bir türlü şeytanın bacağını kırıp ta yapamadığım şeyler var.Diyorum ya amaçsız,boş boş,isteksiz biri oldum çıktım.Sadece yatmak istiyorum,akşam olsa da bir an önce yatam diye düşünüyorum,bu düşünce beni resmen mutlu ediyor.Uyumam şart değil,yatayım öyle günlerce gecelerce.Önceden olsa evimin işini gücünü,yemek,çamaşır,ütü,yetişemezdim.Kendime vakit ayıramazdım.Ama şimdi değil iş güç,kimseyi gözüm görmüyor,oğlumu bile,hatta kendimi bile.

    Bu böyle gitmez biliyorum.Bir yerden başlamak lazım.O güce kavuşmam,kendimi toparlamam lazım.Dua lazım....

HUZURSUZ ODALAR

Buz gibi odalarla dolu kocaman binalar diktiler ülkeme. İçine ömürlerinin son demlerinde olan anneleri, babaları doldurdular. Adına huzur evi dediler. Oysa huzur hiç uğramadı oraya. Eskiden yaşlılarımızı kapatmazdık başka yerlere. Onların yüzü suyu hürmetine belalar def oluyor der, onları nimet bilirdik. Boyunlarını bükük bırakmazdık.
Dışardan huzurlu gibi görünen, bu sessiz sakin binalarda, ne fırtınalar kopuyor kimbilir. Kaç anne anlatmak, haykırmak istedi duygularını, kaç anne yazmak istedi bilinmez. O annelerin adına yazdım. Bu mektup huzursuz odalardaki yüreği yorgun annelerin sessiz çığlıklarıdır….
******************
Takvime baktımda 5 sene olmuş buraya geleli. Nasıl geçti o 5 sene bir de bana sor. Çok bakmıyorum takvimlere. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum. Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum. Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana…
Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Şimdi beni nasıl olupta tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…
Geçen gün eski komşumuz Mevlüde teyzenin kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. “Kendisi istedi” demişsin. “Maaşıda var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin. Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden ” Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım.
Yaramaz bir çocuktun sen. Yerinde duramayan serseri bir mayın gibiydin.Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini… Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile…
Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. Hasta bezini lavaboda unutmuşum. Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. Diğerleride duydu ya, nasıl utandım bir bilsen… Daha ne laflar söylüyorlarda dilim varmıyor söylemeye. Kırar mıyım, incitir miyim diye kim düşünüyor ki? Çok hassastım eskiden bilirsin, çabuk alınırdım. Hem benden titizi mi vardı? Kimselerin işini beğenmezdim. Şimdi yemek yerken bile yoruluyorum,üstüme döküyorum. Bazen yatarak kılıyorum namazlarımı. Secdeye başımı koyup uzun uzun öylece kalmayı ne çok özledim…

Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum buraya gelmeden evvel. Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, ben rahat otururum torunlarımı severim, sen sorarsın “anne ilacını getireyim mi, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye. arkama yastık koyarsın, kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum. Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi…
Gerçi benden daha beterleride var burada. Emine Bacı vardı mesela. Köyden gelmişti. Bir ay kadar oldu öleli. Bir sene evvelde Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü. Çok çekti zavallı. Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. Aslan gibiymiş hepsi. Ben görmedim, gelmezlerdi hiç. Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın. Hiç oturup kalmamış yerinde. Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah biliyor. Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. Haber göndermiş oğlu, “Annemin ancak ölüsü çıkar oradan” demiş. Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, ona da izin vermemişler. Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar. En son oğlu bayramlık göndermişti, “zıkkım olsun ondan gelen” dedi, giymedi elbiseyi. Hiç oğlum, yavrum demedi. “Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban. Bir sabah yatağında ölü buldular. Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın.(*) Ooof off hangisini anlatsam, daha neler var neler…
Şu bakıcı kadını sevemedim bir türlü. Sanki özel olarak seçmişler. Bu kadar mı merhametsiz olur bir insan ? Hiç mi gülmez yüzü ya hu? Her gün odaya gelince burnunu tutuyor. Pis kokuyormuş. Pencereyi sonuna kadar açıyor. Mutlaka yarım saat açık tutuyor. Çok üşüyorum. Zaten parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…
Hatırlar mısın ilkokula gittiğin o yılları. Kışın kuzine sobayı yakardım. Sen gelmeden yemeği hazır eder, sobanın üzerine koyardım. Sen seviyorsun diye sobanın fırınında bir kaç tane küçük patatesi pişirirdim muhakkak. Okuldan gelir gelmez sobanın yanına koşardın. İlk işin tencereye bakmak olurdu. Genelde sevdiğin yemekleri yapardım. Ellerin üşümüş diye avuçlarımın içine ellerini alır ısıtırdım, öperdim öperdim…
Sık sık uğrarım demiştin. Tam 8 ay olmuş uğramayalı. İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. Torunlarımda sormuyorlar demek. Yeni eve taşınmışsın aldım haberini. Arkadaşın Zehra söyledi. Vefalı kızdır, arada geliyor sağolsun. Annesi de babası da yanında vefat etmiş. Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. İmrenmedim desem yalan söylerim… “Evi çok büyük” dedi. Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. Yeni mobilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın.Tıpkı beni çıkardığın gibi… Herşeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum. Hadi onu da geçtim. Bir kere “Anne gel evimi gör, bir kaç gün kal” bile demedin… Zehra’ya “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin… Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum. Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belkide… Bir evlat bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın?
Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…
Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur eviymiş. Hergün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiç bir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allahım al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum…”
Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış anneler günü denen yalancı günü? İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın da sonra anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi?
Bak yine geldi o uğursuz gün. Zehra geleceğini söylemişti. Gelsen de bir, gelmesen de artık. Ben anneler gününü hiç sevemedim biliyor musun? Dünyalara sığmayan anne yüreğim huzursuz bir odaya hapsedildi. Ne sevmenin, ne anneliğimin bir anlamı yok artık… Çok üşüyorum. Hem parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…

(Alıntı)

14 Mayıs 2012 Pazartesi

annelik denince.....?

     Ne geliyor aklınıza?

     Benim aklıma ilk gelen şey sorumluluk.Bir tanecik oğlum var benim.Allah kimseye evlat acısı göstermesin.Anne olmak bana göre çok zor.Yani bilemiyorum,dünyaya bir çocuk getirebilmek için senelerce uğraşanlar,tedavi olanlar var.

    Kimisine göre mucizevi bir duygu anne olmak.Ben neden böyle hissetmiyorum acaba bilmiyorum.Oğlumu tabii ki çok seviyorum.Ama onu büyütürken çok zorlandım.Ben oğlumu büyütürken annesizliğin zorluğunu çok çok daha fazla hissettim.

    Bir kere çocuğa endeksli oluyorsun ister istemez.Ya da en azından ben kendimi oğluma adadım diyebilirim.Aman uyku saati,aman yemek saati,aman hasta olmasın....Daha bir sürü şey.Onunla uğraşırken kendimi iyice unutmuştum.Tabi bu da bende çok kötü etkiler yarattı.Bana göre o büyürken ben kendimi strese sokmaktan başka birşey yapmadım.Doğal olarak o da sakin bir bebek olamadı hiç.Hep huysuz,hep ağlayan.Yani hatırlamak bile istemediğim günlerdi o günler.Çok kuralcıydım maalesef.Önceliğim hep oğlumdu doğal olarak ama farkında olmadan bu arada kendimi aşırı yıpratmıştım.

    Çok şükür ki şimdi daha rahatım.Hem oğlum 5 yaşını bitirdi,laftan anlıyor en azından,hem de ben bazı kuralları boşvermiş durumdayım.Böylesi çok daha iyi oldu geç te olsa anladım....

11 Mayıs 2012 Cuma

canım anneme...

     Canımın içi,birtanecik anneciğim....

     Sana doyamadım,doyamadık.Sen de öyle biliyorum.Seni sensiz yaşıyorum.Yokluğun çok zor anneciğim.

     Zaman çok çabuk geçiyor.Tam 24 sene oldu sen gideli.O zaman 8 yaşındaydım,çocuktum.Hala çocuğum be anneciğim.Ne kadar büyüsem de senin bebeğin olmayacak mıydım senin gözünde?

     Bazen gayet olgun bir insan gibi yokluğuna alışkın,bazen de  küçük bir çocuk gibi ''ben annemi istiyorum'' diye ağlıyorum.Aslında hep yanımdasın biliyorum.Ama yetmiyor.

     Seni rüyalarımda görmek için o kadar çok yalvarıyorum ki...

     Göremiyorum....

     Sen gittiğinden beri 5-6 kez görebildim seni rüyamda.Hiç konuşmadın,sesini hiç duyamadım,sadece seni gördüm.Ama yetmiyor.

     Saçma biliyorum,ama sanki şimdi şu kapıdan çıkıp geleceksin gibi geliyor bazen.Keşke,keşke gelsen anneciğim.Sana sarılsam,öpüp koklasam,bir daha hiç bırakmasam.

    Hafızamda seninle ilgili herşeyi hatırlayamıyorum.Bazı şeyler var sadece.Mesela Serkan doğduğunda teyzem onu senin yanına hastaneye getirmişti.İlk kez görmüştün küçük yeğenini,ağlamıştın.Bir de alt kattaki Zeynep Abla'ya bir keresinde abla değil de sadece Zeynep demiştim de bana kızmıştın,saygısızlık ettim diye.Her çocuk gibi ben de seninle uyumayı severdim.Bir gece hastalanmıştın,ben uyanmayayım diye sessiz konuşuyordun.Anneannemle rahmetli dedem de bizdelerdi.Sanıyorum hastaneye gidecektiniz.Sen o kadar acıya rağmen beni düşünüp sessizce ''aman Selin uyanmasın'' diyordun,ben aslında uyanıktım,sırf sen üzülmeyesin diye kıpırdamadan uyuma taklidi yapıyordum.Seni daha çok hastanedeki yatağında hatırlıyorum anneciğim.Seni görmeye geldiğimde,sana gelen ziyaretçilerin getirdiği muzları bana saklayıp,ben çok seviyorum diye bana yedirirdin.

     En son sana ziyarete geldiğimde ise gözlerini açmamıştın hiç.''Uyuyo'' demişti anneannem.Meğerse ağrın çokmuş ta anlayıp üzülmeyeyim diye açmamışsın gözlerini.Anlamışsın.Biricik babanın öldüğünü ve sana bunu kimsenin söylemediğini anlamışsın.''Siz beni aptal mı sandınız?Biliyorum babam öldü.'' demişsin anneanneme.Oysa sana dedemin biraz rahatsızlandığını söylemişlerdi,ama sen anladın.

     Dedemin ölümünden 2 ay bile geçmemişti.Bir akşam ablam evdeydi.Ben de evimize çok yakın olan babamın dükkanımdaydım.Babamın arkadaşları da vardı dükkanda.Komşumuz Belkıs Teyze geldi dükkana.Babamı onlara çağırdı.''Hamdi Bey rahatsızlandı,Selin eve gitsin de sen bir gel bak'' dedi.Ben eve gittim.Ablamla ders yapıyorduk galiba.Derken babam geldi.''Hamdi Amca'ya ne olmuş baba?'' diye sorduğumuzda ''anneniz ölmüş yavrum'' dedi ağlaya ağlaya.İşte o anı hiç unutamıyorum.

     Gitmiştin.İstemezdin.Yavrularını,sevdiklerini bırakıp gitmek istemezdin.

     Gitmiştin.İstemezdik.Doyamadığımız,birtanecik annemizin bizi bırakıp gitmesini istemezdik.

     Herşey Allah'tan...

     Allah sevdiği kullarını yanına alırmış deyip kendimi avutuyorum.Sen olsaydın herşey çok farklı olurdu eminim.Yokluğun çok zor anneciğim.

     Seni çok seviyor,çok özlüyorum.Hiç kimse senin yerini doldurmuyor canım annem.

     Anneler Günü'n kutlu olsun annelerin en güzeli,herşeyim,doyamadığım canım annem....

    
 

    


    

8 Mayıs 2012 Salı

dönercideki kadın

       Hemen hemen herkesin başından geçen üzücü,sarsıcı,beklemediği olaylar olmuştur diye düşünüyorum.Benim başıma gelmedi mi?Birçok kez geldi.Zamanında anlayamadığım,bilmeden de olsa içimde biriktirdiğim,sonunda da ruhen beni yıpratan olaylar yaşadım.Ama isyan değil teşekkür ediyorum Allah'ıma.
       Böyle zamanlarda insan tabii ki çok büyük bir çöküntü yaşıyor,yaşatıyor.İstiyor ki herkes yanında olsun.Ama hem olsun hem olmasın.Kafanız karıştı biliyorum.Yani sen gel diyeceksin gelecek,git diyeceksin gidecek,konuşalım diyeceksin konuşacak,sus dediğinde susacak.''Yok artık'' dediğinizi duyar gibiyim.Ama öyle oluyor ki kendini bile tanıyamıyorsun.''Bu ben miyim?'' diyorsun.
       Mesela benim yaşadıklarım çeneme vurdu.Özellikle son yaşadığım ve farkındalığımı arttıran (çok şükür) olayın ilk zamanlarında birgün bankaya gitmiştim ve bankadaki kadınla ağlaya ağlaya dertleşmiştim.Sağolsun o da beni dinledi ve teselli etmeye çalıştı.Sonra yine kendimi pek iyi hissetmediğim bir gün dışarıdaydım,çok ta acıkmıştım ve Bakırköy'de bir zamanlar müdavimi olduğumuz dönerciye gittim.Küçük bir mekan,yüksek bar taburelerine yanyana oturup yiyorsun yemeğini.O gün yanımda oturan bir bayan vardı ve kendimi ona o kadar yakın hissettim ki,sarılıp kollarında ağlaya ağlaya başımdan geçenleri anlatmamak için zor tuttum kendimi.
       Beni dinleyen yok mu?Çok şükür ki var.Ama dinlemek ayrı,anlamak ayrı.Bazısı yaşamadan anlayamaz,bazısı da yaşamasa da sanki teselli vermek için,destek olmak için bu dünyaya gelmiştir.Ben de zaten sadece dinleyene değil,dinleyip te anlayana anlatıyorum hislerimi.
       Akıl almayı,sormayı,öğrenmeyi severim ben.Ama karşımdaki kişinin beni anlayabileceğine inanıyorsam konuşurum,sorar,danışırım.
       Keşke herkes yaşamadan anlayabilse bazı şeyleri.Ben anladım mı sanki?Anlamadım.Diyorum ya anlatmak,dertleşmek,akıl almak inanılmaz iyi geliyor.Birisi var çok sevdiğim.Çooooook büyük sınavlardan geçti,hala da geçiyor.Onu şimdi şimdi anlayabiliyorum.40 gün arayla önce babasını,sonra ablasını kaybetti.Evliliği zor bir evlilik bana göre.Annesi de onlarla birlikte aynı evde yaşıyor.Erkek kardeşi de çooook büyük bir sınavdan geçti ve o kardeşi için elinden gelenin fazlasını yaptı,hala da yapıyor,iyi ki de yapıyor.2 tane de askerliğini yapıp gelen oğlu var.Büyüğü Hakkari'de teröristlerle çatışarak geçirdi geldi askerlik dönemini sağsağlim.O dönem de büyük endişelerle geçirdik hepimiz o zamanları.Bir de üstüne üstlük biz büyük oğlanı düşünürken,küçüğü de bizi çok korkuttu.Amaaaan neyse yazarken bile ruhum karardı.Hem diyorum anı yaşa,hem de geçmişteki olaylardan bahsediyorum.Demem o ki;bu çook sevdiğim kişi herkese heeeeerşeyini anlatır ve ben de ona kızar(d)ım.Onu şimdi o kadar iyi anlıyorum kiiiiiii......

tak tak tak .......... ma

         Takma tokadan başka birşey kafana.At arkaya,salla gitsin.Hiçbir şey üzülmene değmiyor nasıl olsa.Olanla ölene çare yok ne yazık ki!Hele ki benim gibi birisi bunu söyleyebiliyorsa bunda vardır bir keramet.
         Eskiden olur olmaz herşeyi kafama takardım.En olmayacak şeyleri düşünür,senaryolar yazar,eğer bu düşündüklerim gerçekleşirse ne yaparım diye planlar bile kurardım.
         Benim önceliğim hep kendimden çok etrafımdakilerdi nedense.Sırtıma taşıyamayacağım kadar çok yük alıyordum farkında olmadan.Tabii ki bu da bana belli bir zamandan sonra çoooook ağır gelmeye başladı.Geç te olsa anladım.
         Şimdi herkese bol bol nasihat verir hale geldim.''aman sakın takma kafanı,boşver kendini üzmene değmez'' gibilerinden.Halbu ki ben daha 3-4 gün önce kafama taktığım aslında çok küçük(belki de çok büyük,bilmiyorum bıraktım artık kendimi üzmeyi,hiiiiç kurcalamıyorum) bir olay yüzünden yataklara düşmemiş miydim?Evet düşmüştüm ve neredeyse 24 saat hiç kalkmadan da o yatağa yapışıp kalmıştım.Eeeee sonra ne oldu?Hiiiiç ben ööööööyle yatıp kendimi yiyip bitirdiğimle kaldım.Amaaaaaaan ne gerek var şu 3 günlük dünyada kendini üzmeye?Bırak,kurcalama,takma,takılma,rahat ol,geçmişi ve geleceği bırak anı yaşa.Ne istersen O'ndan iste,yeter ki iste.Tabi hayırlısını iste.
          Dert demek derman demek bana göre.Derdi veren Allah dermanını da beraberinde veriyor zaten.Yaşadığın,dert sandığın şey aslında başına gelecek olan daha büyük bir derdin önündeki set.Yaşadığın,dert sandığın şey senin sınavın.Üzülme,''hayatım alt-üst olacak'' diye düşünme.Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmadığını?
         

26 Ocak 2012 Perşembe

PARA PARA PARA ...

    

       Para...

       İnsanoğlunun bulduğu ve yine insanoğlunun taptığı kağıt parçası...

       İhtiyaç...

      Tek gerçek...

      Düzenin temeli.Düzen kurucu,düzen bozucu...

      Herşeye değer biçme hastalığı...

      Kimisi için bol olduğu zaman değeri olmayıp,olmadığı zaman değeri olan...

      Para...

      Varlığı bir dert,yokluğu yara...

      Para...

      Dostu düşman eden para.

      İnsan bazı şeyleri yaşamadan anlayamıyor.Paraya hiçbir zaman tapmadım.Ama itiraf edeyim ki birikim yapıyordum ufak ufak.Yani yaptığımı zannediyordum.Anne-baba olmak sorumluluk en başta.Çocuğun olunca her konuda önceliğin o oluyor.Çocuğunun herşeyini düşünüyorsun.O iyi bir ortamda,sağlıklı bir şekilde büyüsün,en iyi okullarda okusun,iyi bir işi olsun,iyi arkadaşları olsun,mutlu bir evlilik yapsın......Bu böyle uzar gider.Kısaca çocuğun için hep en iyisini,en güzelini istersin.Ben de yakında okula başlayacak,masraflar artacak diye düşünerek biraz para ayırıyordum.Ama ne oldu?O paralar kuş oldu uçtu.Sıcak ülkelere göç etti diyelim.İyi ki de öyle oldu.Senin en,en,en yakınındaki sıkıntı çekerken sen para biriktirirsen böyle olur.Dannnnn!!!!Al sana birikim.''Salak kafa uyan artık uyan!!!'' dedi bana Allah.''Sen ne yaptığını sanıyorsun,en yakınında sıkıntı çekenler var,onlara yardım et,gözlerin kör mü?kulakların sağır mı?'' dedi ve olanlar olduuuuu.Teşekkür ediyorum Allah'ıma,binlerce kez hem de.Yaşadıklarım(ız) farkındalığımı arttırdı resmen,artık dünyaya farklı bir pencereden bakıyorum.O kadar mutluyum ki bunun için anlatamam.

       Allah kimseye hastalık verip şifa,dert verip derman aratmasın diyeceğim ama ben yaşadıklarımı dert olarak görmüyorum.Aksine;
''iyi ki de yaşamışım'' diyorum.Yoksa uyanamayacaktım.Bu vesile ile düşüncelerim o kadar değişti ki...

       Yardım etmek,ihtiyacı olanın yanında olmak,ona destek olmak gerek.İlk önce manevi destek kesin şart.Maddi destek ise kişinin kendi tercihi.Hiç kimse kimseye maddi manevi destek olmak zorunda hissetmeyebilir,''bana ne ki?Nasıl bu duruma düştüyse,öyle üstesinden gelsin'' diye düşünebilir.Zamanında ben böyle düşünmedim mi?Düşündüm.Ahh ah şimdiki aklım olsa yapar mıydım?

       Allah şaşırtmasın kimseyi,doğru yolundan ayırmasın.Hepimiz insanız,yanlışlarımız olabilir.Hatanın farkına varmak,bir daha yapmamak önemli olan.Hata yapana destek olmak,ona daha sıkı sarılmak,yapıcı olmak,onu iyiye,doğruya yönlendirmek o kadar önemli ki...Yapmıştır bir yanlış,yapana değil yaptırana bak.Yaptıran kim?Dur bir düşün bakalım önce.Zaten bunun bilincinde olan kişi bir sınavdan geçtiğini bilir.Hayat bir sınav değil mi zaten?Ama yaşamadan anlamadım ben bunu,anlayamadım.O yüzden şimdi bı kadar rahat bir şekilde iyi ki de yaşamışım diyebiliyorum.

        Yaşadıklarımdan çok büyük ders aldım ve çok şükür ki bu sayede farkındalığım artmış oldu.Umarım herkes bazı şeyleri yaşamadan anlar.Benim resmen düşüncelerim olumlu ve yapıcı yönde değişime uğradı.Bunlar neler mi?



         -Dur ve bir düşün.....


        -Kimse hakkında bilip bilmeden yorum yapma.Kimse kimsenin ne yaşadığını bilemez.SUS.

       -İhtiyacı olanın yanında ol,ona sırtını dönme,önce bir düşün kime sırtını dönüyorsun?

       -Ne olursa olsun nefsine uyma,sen ona değil o sana itaat etsin.

       -Allah'ına sığın ve O'ndan iste.O herzaman seninle.Bunu asla unutma.

      -Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılma,kendini çaresiz hissetme,sadece dua et ve inan.

       Daha aklıma gelmeyen çok şey var.Artık bilinçlenme zamanı geldi de geçiyor millet!Galiba yaşanmadan anlaşılmıyor.Önemli olan yaşamadan anlayabilmek.....
      


       
     

16 Ocak 2012 Pazartesi

RUHLARIMIZ NERDE KALDI ?


Bir zamanlar Afrika'da kayip bir sehri aramakta olan arkeologlar,beraberlerindeki eşya ve yükleri, hayvanlarin ve yerlilerin yardımı ile tasiyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar.
Kafile zor doğa koşullarinda,balta girmemiş ormanlarin içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanlari geçerek yolculuğa günlerce devam etmis. Fakat günlerden birgün yerlilerin bir kısmı birden durmuslar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamişlar.
Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen batılı arkeologlar bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektigini anlatarak,yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemisler. Fakat yerliler büyük bir suskunluk icinde sadece bekliyorlarmis. Bu anlasilmaz durumu yerlilerin dilinden anlayan rehber, onlarla bir süre konuştuktan sonra su sekilde ifade etmeye calismis:
"Cok hizli gidiyoruz. Ruhlarimiz geride kaliyor."
Modern sehir hayatinin ve çagımızın getirdigi en büyük sorunlardan biri bu;"Hizla ve sonu bir turlu gelmeyecek olan hedeflere doğru çılgınca koşuşturmak" ve koşuştururken etraftaki ayrıntıları, manzaraları, küçük mutlulukları, kısaca hayata dair pek cok yasanası güzelliği görememek ve kacirmak...
Ya da yasanan yığınla drama, saçmalığa ve ilkelliğe seyirci kalmak, duyarsizca sadece bakip gecmek ve gitmek...
Halbuki durup ruhlarimizi beklemeli, müziği duymaya çalışmalı, Yavaş dans etmek icin çaba sarfetmeli, Her günün bitiminde yatağa uzanıp "kendimize dogru bakmalıyız".

-alıntı-

DERTLERE DERMAN


Hepimiz ne kadar dertliyiz değil mi? Etrafımızda olan hiç bir şeyden bir Allah'ın kulu hoşnut değil.
Krizlerin canımızı sıktığı yetmiyormuş gibi, yanında bir de kişisel problemler var.
Çoğu insan kendinin çıkılması imkansız bir karanlık kuyunun dibinde olduğunu düşünüyor.
Kuyu öylesine derin, öylesine karanlık ve öylesine dar ki; bir kişi bile çıkıp özgüvenle:
Benim burdan kendimi kurtarabilecek potansiyelim var. Olaylara biraz daha iyimser bakarsam, mutlaka bir çıkış yolu bulurum diyemiyor.
- Bu kadar kolay mı? dediğinizi duyar gibiyim.
Yani her şey onlara pozitif bakarak halledilebilir mi?
Kesinlikle böyle düşündüğümü söyleyebilirim!
Her şey yemek, içmek, solumak kadar basit aslında.
Aynaya bakmanız yeterli. İnsan nasıl düşünürse hakikaten öyle olur.
Düş kurarsınız ve görürsünüz ki, bir zaman sonra düşler sizi içine çeker. Tüm dengelerin karşılıklarla düzenlendiği bu dünyada başka ne beklenebilir ki?
Neye sahipseniz onu verebilirsiniz etrafınıza.
Ne kadar çok severseniz, o kadar çok sevilirsiniz. Çalıştığınız kadar kazanır ve de yediğiniz kadar doyarsınız.
Aynı sadece düşlediğiniz kadar olabileceğiniz gibi.
Eh işte bu bir yoldur. Dedim ya ne kadar düşlerseniz o kadar olursunuz. Bundan sonra ister negatif düşünün ister pozitif.
Size formülü verdim. Verileri yerlerine yerleştirin ve sonuçları önceden bulun.Eski düşünce tarzında ısrar edip, "ahh" larla "off"larla kalacaklara sözüm yok.
Ama diğer "kendini düşünen" insanlara başlangıç için bir şeyler önereceğim:
Arkadaşlar, pozitif düşünebilmek için kendinizi kötü olaylardan koruyacak bir sipere ihtiyacınız var.
Adı da belli: Gülmek ve kucaklamak.Bir gülücük nasıl bir enerji yayar... İş yerinizde, okulunuzda veya herhangi bir yerde ufacık bir tebessümünüzün, hem kendinize hemde etrafınızdakilere vereceği güç hayal gücünüzün ötesindedir.
Gülmek her derde deva. Bir kere bağışıklık sisteminizi güçlendirir, gerginliği azaltır, zindelik katar, canlandırıcıdır.
Üstelik hiç bir yan etkisi de yoktur.
Neredeyse mucizevi bir ilaç. Doğaldır; hiç bir katkı maddesi bulamassınız içinde.
Kullanışlı bir icat. Yedek parça gereksinimi yoktur; pilini değiştirmeniz veya sağlık kontrolüne götürmeniz gerekmez.
Az enerji kullanarak, müthiş enerji elde etmenizi sağlar.
Bayanlar korkmayın, şişmanlattığı şimdiye kadar hiç görülmemiştir. Sadece hanımlar için değil, beyler bu buluş tam bütçenize göre: hiç bir götürüsü yok!
Enflasyona da uğramıyor. Aylık ödeme, vergi dertleri de yok. TEMA'cılar, siz de meraklanmayın, gülmek tamamen geri dönüşümlüdür, çevreye bi zararı dokunmaz...
Devam edeyim mi?Devam etsem, ömrüm yetmez tüm güzelliklerini anlatmaya bu inanılmaz şeyin...
Öyleyse ne duruyorsunuz? Kullanmaya hemen başlayın.
Herkese neşeyle yaklaşın, her gün gülün ve insanları kucaklayın.
Dertlere derman geldi.
Her şeyden en iyi sonuçları çıkarmanız için işte size bir başlangıç.
En iyiyi düşünün ve de hep en iyisini umut edin.
-alıntı-

OLUMSUZ DÜŞÜNENLERİ DUYMAYIN..


Tarihin bir yerinde, canlı varlıklara kazanma hırsı aşılandığı bir vakitte, kaplumbağalar arasında bir yarış tertiplenmiş.
Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.Vakti gelince, bir sürü kaplumbağa arkadaşlarını seyretmek için yarış yapılacak bölgeye toplanmışlar.
Ve yarış başlamış.Seyircilerden hiçbiri arkadaşlarının kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.
Kimileri bu inançlarını yüksek sesle dile getirmekten kaçınmıyorlarmış. Öyle ki, yarışmacıların bazıları
".....Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" seslerini dahi işitebiliyormuş.
Yarışmaya katılan kaplumbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar.
İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmaz bir gayretle kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyircilerin sesleri yükselmeye başlamış; giderek bağıranların sesleri yarış alanında yankılanır olmuş:
"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!"
Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kaplumbağaların tümü ümitlerini, gayretlerini yitirmiş ve yarışı terketmişler.
Ama yarışta yapayalnız kalan son kaplumbağa, büyük bir gayret ile mücadele ederek, kulenin tepesine çıkmayı başarmış.
Diğer yarışmacılar ve seyirciler, hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler.
Bir kaplumbağa ona yaklaşmış ve sormuş, bu işi nasıl başardın diye.
O anda farkına varmışlar ki...
Kuleye çıkan kaplumbağa sağırmış!
Sağır kaplumbağanın çıkılmaz sanılan doruğa tırmanmayı başarması ile, kaplumbağalar dere tepe demeden yeryüzüne yayılmanın, sabır ve kararlılıkla yol almanın ne demek olduğunu öğrenmiş ve bunları gerçekleştirmeye cesaret bulmuşlar.
Olumsuz düşünen insanları duymayın...
Onlar kalbinizdeki ümitleri çalabilirler!
Duyduğunuz ve okuduğunuz kelimelerin gücünü düşünün.
Bu suretle her zaman pozitif olmaya çalışmanın ilk aşamasını kaydetmiş olursunuz...
Rüyalarınızı gerçekleştiremeyeceğini söyleyenlere karşı sağır olmak, size seslenenlere saygısızlık değildir; düşünüze karşı saygınızı korumanız demektir.
-alıntı-

YİNE SEVGİ YİNE SEVGİ

HERŞEYİN BAŞI SEVGİ


Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yasayan 200 kadar çocuğun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti.
Öğrencilerin hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.
Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve ayni çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.
Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176´sinin olağanüstü bir basari gösterip, avukat, doktor ya da işadamı olduklarını ortaya çıkardılar.
Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi.
Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yasadıkları için, her biriyle buluşma sansı oldu.
"O koşullarda nasıl bu kadar basarili oldunuz?" sorusuna verdikleri cevap hep ayniydi:
"Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı.
Onun sayesinde."Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti.
Hala hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı.
Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti.
Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hala dinç duran bir yaşlı kadın buldu.
Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, basarili birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.
Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:"Çok basit" dedi, "Ben o çocukları çok sevdim."

YİNE BİR ALINTI...

LAYIK DEĞİLSİNİZ..

Behlül'ün huzuruna gelip giden HAK aşıklarından rahatsız olanlar,bir yolunu bulup devrin sultanına gidip,Behlül'ü şikayet ederler;
''Efendim Behlül'ün gelip gideni,Bağdat'a sığmaz oldu.Onun böyle elini kolunu sallayarak ortalıkta rahatca dolanması memleketin selameti açısından çok mahzurlu,onun içerde tutulmasında fayda var''derler.
Sultan,''Buna hakkımız olduğunu sanmıyorum'' diyerek karşı çıksa da, ''Zaten dışlarda aç sefil dolanıp duruyor,onun istediği bir ibrik,bir rahle,bir seccade.
Hapiste yesin,içsin,yatsın,keyfine baksın.Hem mahkumlara nasihat eder,fenamı ?'' diyerek sultanı ikna etmeye çalışmaya devam ederler.
Sultan ''iyi ama onu hangi gerekçe ile içeriye alabiliriz,hiçbir suçu yok ki'' dese de,adamlar akıllarına koymuşlardır Behlül'ü halktan uzaklaştırmayı.
''Suçu yoksa işletiriz Sultanım,siz merak etmeyin,şimdi hep birlikte evine gideriz,elinde nasıl olsa,ekşi ayran ve kuru bir ekmekten başka bir şey yoktur.Bize ikram etmek için bunları çıkaracak ve elbette mahcup olacak,gayr-i ihtiyari '' size layık değil ama'' diyecek.İşte tam bu sırada hep birlikte kalkıp '' Ne demek size layık değil, sen nimete küfranmı ediyorsun?'' deyip tutuklayacağız.Sonrası kolay,ayaküstü yargılayıp içeri atarız'' derler.
Sultan'ın aklı olayı almaz ama gidelim bakalım der ve önde sultan ve vezirleri,arkada askerler ve adamlar Behlül'ün kapısını çalarlar.
Mübarek,kulübesini ziyaret eden hatırlı misafirlerden memnun görünür.
Telaşla içeri koşar,döndüğünde elinde bir kuru ekmek, ve bir tas ayran vardır.Önlerine koyar ve ; ''Buyurun yiyin'' der.
'' Siz bunlara layık değilsiniz ama..''

ANLAYANA...

MEVLANA'DAN SÖZLER


- Çiçeklerle hoş geçin, balı inciltme gönül. Bir küçük meyve için dalı incitme gönül. Mevla verince azma, geri alınca kızma, Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül. Dokunur gayretine, karışma hikmetine, Sahibi hürmetine, kulu inciltme gönül. Sevmekten geri kalma, yapan ol yıkan olma, Sevene diken olma,...Gülü incitme gönül.

-Vefâ nedir, bilir misin? Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır.

- Sen sanır mısın ki dert kötüdür. Hayır! Dert devaya bir davetiyedir. Dert ve düşkünlük yer alçağına benzer, deva ise suya. O yüzden nerede dert varsa deva oraya koşar. Neresi alçaksa su oraya akar. O halde derdini sev, ilahi rahmeti celbeden kırıklığını nimet bil..

- Hz. Mevlana'ya sordular: Neden senin müridlerin geçmişi karanlık, kötülüklerle dolu, hor hakir ve fakir kimseler? Hz. Mevlana: "İçinizde günahı olmayan var mı?" Sustular. "Benim müridlerim iyi insanlar olsalardı ben onların müridi olurdum. İyilerle herkes hasbihal eder, kötüleri kucaklayacaksın ki,tedavi olsunlar. Biz ...kötüleri ve günahkarları iyi yapmak için dünyaya geldik. Müridlerimi kınayacağınıza aynayı kendinize tutun..."

-Ey Gönül! Damlayı anlayan deryayı nasıl aramasın, Deryayı bulansa damlayı nasıl bırakmasın?.. Ey fâni sevgili! Sen, Bâki Sevgili'nin (c.c.) pırıltısını aksettiren bir damla nisbetindesin, lakin görevin bitti artık perdeyi yırtma vaktidir.. Zira perdenin ardından Derya bize göz kırpmada...

- Üzülme!.. Dert etme can!.. Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan... Ne mutlu sana!.. Elinde olmayanları söyleme bana... Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!.. Geceler hep kimsesiz mi geçecek?.. Gidenler dönmeyecek mi?.. Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede.. Veya b...ir bahar sabahında karşına çıkmış... Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta... Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?.. “Hüzün olgunlaştırır” ...“Kaybetmek sabrı öğretir”...

- Her şey SEN olsun şu dünyada ve olmasın SEN olmayan dünyada. Sevgili!... Kapına geldik; aşkı öğret bize; ve aşkını ver yüreklerimize... AŞK olsun... BAKİ olsun...

- Kibir nedir?... Kendisinden habersiz, kendini bilmeyen insanın durumudur. Tıpkı güneşten haberi olmayan buzun kendini birşey zannetmesi gibi...

- Eğer Bir gün Dünyaya Ait Çok Büyük Bir Derdin Olursa, Rabbine Dönüp 'Benim Büyük Bir Derdim Var!' Deme. Derdine Dönüp 'Benim Çok Büyük Bir Rabbim Var!' De..

-İnsanları tanımak için tüm gücünüzü verin, ama tüm sevginizi vermeyin. Çünkü onları tanımaya başladıkça verdiğiniz sevgiye acıyacaksınız. .

- Kötü bir döneme girdiğinde ve herşey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde SAKIN PES ETME, çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır.

- Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah'ın vasıflarındandır. Ondan başkasına aşık olmak, geçici bir hevestir. Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır. Nur gitti de dumanı meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur; donar kalır...

- Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Madem ki Bu saltanat kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet; çaktı ve söndü. Ey gönüllü uyuyan, ebedi kalmayacak mülkü bir rüya gibi bil...

-Sen verdikçe dost görünen çok olur. İstede gör hepsi birden yok olur! Sen kendi kendine yetmeyi öğren, Tüm dünyanın malına gönlün tok olur.

- İnsan odur ki,başkasının incitmesiyle incinmesin..Ve insan odur ki,incitilmeye müstehak olanı dahi incitmesin..

- İnsana daynamayın ölür,ağaca dayanmayın er,gerç kurur,duvara dayanmayın mutlaka yıkılır.Dayanırsanız Hak'ka dayanın..O bakidir..

- Ey burnu kanasa hemen kadere küsüp yüzünü ekşiten. Gülden hiç ders almıyor musun? Bütün yaprakları tek tek yolsan gül yine de gülmekten vazgeçmez. Hale razı oluş şükürdür. Gül de daimi bir şükür makamındadır. Hem bilmez misin ki başına gelen sıkıntılar aslında daha büyük bir sıkıntıya set olur da başındaki belayı def ederler. O halde yüzün gülsün..

- Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, ”Ne yapalım, kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuyaaittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin..

- İnsan, büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır..

- Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın."Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

- Nereye kadar bir gömlek derdine düşeceksin... Belki de o gömlek kefen olacak sana... Dünyayı yakan kıyamet gününden kork! Gönüllere batan öc alma okundan kork! Ey hırs gecesinde uykuya dalan kişi, ecel sabahın ağardı, gündüzünden kork!...

- Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim, Her türlü amelde çok ahesteyim, Kabrim beni bekliyorken dünyalık hevesteyim, Uyandır artık Ya Rab! belki son nefesteyim. . .

- Ey Gönül! Bu Yolda Kervanla Beraber Yürü! Yapayanlız Bu Yola Düşme! Çünkü Hadiselere Gebe Olan Zaman, Kim Bilir Ne Fitneler Doğurur? Dediğim Gibi Gidersen Zahmetsizce Gidersin.
Hakk'ınEmanında Olarak Yol Alırsın...

- Sen aşık olduğunu sandığın kişiye bağlanıyorsun.Onu çok seviyorum,onsuz yapamam diyorsun.Düşünmezmisin onu sana sevdiren kim ?

- Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir..

- İsa'nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.

- Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.

- Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.

- Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.

-Allah (c.c.), lütfu ve keremiyle, bol ihsanları ve nimetleriyle öncekilere ve sonrakilere, vefalı olanlara ve vefalılara benzemek isteyenlere merhamet etsin. O, kendisinden istenenlerin en hayırlısı ve kendisinden umulanların en üstünüdür. Allah, en iyi koruyucu ve merhamet edenlerin en merhametlisidir. Dostların en iyisidir.

- Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur.. - Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var.

- Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır. - Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.

-Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

- O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

- Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra..

MESEVİ'DEN BİR ALINTI...

ZİKRETMENİN KARŞILIĞI


Birisi her gece ‘’Allah,Allah’’ der durur,bu zikirden dili, dudağı manen tatlılaşır,zevk alırdı.
Şeytan ona dediki: ‘’ Ey , bu sözü çokça söyleyen! Bunca ‘Allah’ demene karşılık O’nun ‘Lebbeyk’ (Buyur,isteğin nedir) sesi nerede?
Cenab-ı Hak’tan sana bir cevap gelmiyor.
Böyle utanmadan,sıkılmadan ne vakte kadar ‘Allah’ deyip duracaksın?
Adamın neşesi kaçtı,gönlü kırıldı.
Zikri bırakıp başını yastığa koydu ve uyudu.
Rüyasında yeşiller giymiş Hızır a.s’mı gördü.
Hızır o kimseye dediki; ‘’ Kendine gel,niçin zikri bıraktın?Allah’ın ismini zikretmekten ne diye pişman oldun?’’
Adam, ‘’Ettiğim zikir karşılığında ‘’Lebbeyk’ sesi gelmiyor.
Allah’ın kapısından kovulacağım diye korkup durmaktayım’’ cevabını verince , Hızır dediki:
‘’ Senin ALLAH deyişin Rabbin’in Lebbeyk demesidir.
Senin o yalvarışın,derde düşüp yanıp yakılman, Rabbinin habercisidir.
Çünkü zikretmek arzusunu sana O verdi.
Senin çareler araman,hep O’nun seni kendisin çekmesinin,ayağındaki dünya sevgisi bağını çözüyor oluşunun tezahürleridir.
Senin korkunda O’nun lütfundandır,aşkında…
Senin her ‘’YA RABBİ’’ deyişinin altında O’nun ‘’LEBBEYK’’ ( buyur) demesi gizlidir.
Hak bilgisinden haberi olmayan kişinin canı,bu duadan uzaktır.
Çünkü onun ‘’ ya Rabbi’’ demesine izin yoktur.
Ona zikir zevki verilmemiştir.
Bir zarara sıkıntıya uğrayınca, inleyipte yalvarmaması için,onun ağzınada gönlünede manevi kilitler vurulmuştur.
Firavun’a yüzlerce mal,mülk verdi.
O da sonunda ululuk,büyüklük davasına kalkıştı ve halka ‘’Ben sizin Rabbinizim’’ demeye başladı.
O kötü tabiatlı insan Hakk’ a yalvarmasın diye ömrü boyunca baş ağrısı bile görmedi.
Hak ona bütün dünya mülkünü verdide dert,elem,keder vermedi.
Dert , Hakk’ı gizlice çağırmana sebep olduğu için bütün dünya malından daha iyidir.
Dertsiz dua soğuktur,bir şeye yaramaz.Dertli dua ve niyaz ise gönülden,aşktan gelir..
 
 
 

6 Ocak 2012 Cuma

GÜZEL BİR ALINTI...

KeLebekLer Sonsuza Uçar...

Kelebekler insandan daha mutlu yaşadı ömrünü…
İnsanoğlu ise onlarca yıla sığdıramadığı ömründen mutlu olmayı başaramadı…
Doğum ile ölüm arasında sıkıştı kaldı insanoğlunun ruhu ve sonunda ölümün gideceğini bildiği için, hayatını keşmekeş içinde tüketti…
Kelebekler ise anladı hayatın değerini…
Sadece bir gün yaşadı kelebekler…

 
Kendisini yaratan kudretin sanatının işlediği kanatlarını gün ışığıyla çırpmadan önce, günler boyunca bir koza içinde, karanlığın zulmetine katlandı…
Bir kelebeğe dönüşmeden önce, ipek böceği olarak çektiği o zulmetin paha biçilmez hediyesini, ipek kozası olarak bıraktı insanoğluna…
İnsanın paha biçemediği ipliğe, kelebeğin dünyaya geldiği yaşamın rahmi oldu…
İnsanın onlarca yıl yaşadığı halde, değerini bilmediği, kısa bulduğu ömre inat, kanatlarındaki Yaratanın fırçasından çıkma sanatı gösterdi insanoğluna, kısacık hayatının her anında…
 

Sadece birkaç gün yaşadı kelebekler…
Ve hayatın ne demek olduğunu, insandan daha iyi bildiler…

 
Hayatın bir ateş olduğunu, yakıp kül ettiğini anladılar ve ateşe pervane oldular.

 
Dört kelebeğin öyküsüdür;
Dört kelebek ateşin gerçek sırrına ulaşmaya karar verirler…
İlk kelebek ateşin uzağından geçip gelir ve şöyle der;
"Ateş aydınlatan bir şeydir."
Bu gerçeğin tam bilgisi değildir…
İkinci kelebek ise ateşe biraz daha yaklaşıp döner ve şöyle der;
"Ateş ısıtan bir şeydir."
Bu da gerçeği anlatmak için eksiktir…
Üçünü kelebek ateşe iyice yaklaşır, alevler kanatlarına değer geçer ve döndüğünde, "işte ateşin gerçek bilgisi" der, "ateş yakıcı bir şeydir."
Dördüncü kelebek bununla yetinmez.
Ateşin çevresinde döner, dolanır, kavrulur ve birden bire ateşin içine dalarak bir an parladıktan sonra, alevlerin içinde görünmez olur…
Ateşin gerçek bilgisini anlayan tek kelebektir o…
Ancak bunun artık diğerlerine anlatacak durumda değildir.
Anlatmasına gerek de yoktur…
 

Hiç kimse ateşin ne olduğunu başkasının anlatmasından öğrenemez... Ateşe ancak dokunarak öğrenilir, onun ne olduğu…
 

Hepimiz bu öyküdeki dördüncü kelebek olmayı düşlüyor ama ömrümüzü diğer üç kelebek gibi tamamlıyoruz.
 

Sadece birkaç gün yaşadı kelebekler…
Ömrünce gerçek aşkı bulamayan insana inat; ateşin aşk olduğunu bilerek ve aşk için yanmayı bilerek, 
nihayetin de SONSUZA UÇTU KELEBEK...

5 Ocak 2012 Perşembe

SEVGİDE TAKILI KALDIM

        Yine sevgiden bahsedeceğim.Ne kadar önemli bir duygudur sevmek.Herşeyi,herkesi sevebilmek,sevgiyle yaklaşabilmek.''Sevgi karın doyurmuyor'' derler ya aslında doyuruyor çünkü sevgi olmadan da hiçbir şey olmuyor bana göre.Zorlukların üstesinden gelebilmenin yolu sevgiden geçer.Yapılan her işte sevgi başroldedir.Eğer sevgi yoksa yapılan şey,söylenen söz anlamsızlaşır,tatsızlaşır.Pişirilen yemeğin bile tadını veren içindeki malzemelerden çok sevgidir.

       ''Tatlı söz yılanı deliğinder çıkarır''.Her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın insanlar,hırsına,öfkesine yenilmeden,tatlılıkla,güzellikle,sevgiyle karşılamalılar olayları.Çünkü sonu kötü olur şeytana uyarlarsa.Önce bir durup düşünmeli,sakince konuşmalı,sevgiden ödün vermeden hareket edilmeli bence.Zaten sevgi biterse saygı da olmaz.Bunun da sonu iyi olmaz.

         Mesela televizyon bozuldu ya da telefon cızırtı yapıyor.Küüüüüt patlat bi tane tepesine düzelsin,bizdeki mantık bu.Aslında böyle yapacağımıza sevgiyle düzelmesini istesek belki de düzelecek.Ama yooooook şiddet daha kolay.

        Dün gece uyumadan önce Ömer:

      -Anne sen bu dünyada en çok kimi seviyorsun?

     -Seni.Tabii babanı,teyzenleri,arkadaşlarımı,halalarınıııı.......

    -Peki perdeleri?

    -??? Perdeleri de seviyorum.

    Evet perdeleri de seviyorum.



       

NEFİSSSSSSSS.......

NEFİS  TERBİYESİ
   
    1. ADIM : NEFİS TERBİYESİNİN GEREKLİLİĞİNİ KAVRAMAKTIR.
Nefis ve Şeytan, insanın manevî ilerleyişinde en mühim iki engel. Nefis içeriden, Şeytan dışarıdan dünya ve ahire-timizi perişan etmek için durmadan çalışıyorlar. Nefsin mahiyetinde "gurur-kibir-menfaatçilik" gibi pek çok zararlı özellik var. Şeytan, işletilmeye uygun bu madenleri iyi biliyor ve işletiyor; nefsin zaaflarını tanıyor ve yakalıyor.
Günümüzde nefisler alabildiğine hür, alabildiğine serbest. Dinin günah kabul ettiği nice hareket, günlük hayatın âdeta birer parçası olmuş. Vitrinler nefse hitap ediyor, sokaklar nefse sesleniyor, TV programları nefsi günahlara kamçılıyor, şarkılar günaha çağırıyor. Günümüz insanı nefsi tanımıyor. Günümüz insanı nefis terbiyesinden habersiz. Günümüz insanı nefsin kulu kölesi. Hâlbuki bu huysuz atı iyi bir terbiyeyle dizginlemek ve gemlemek, onun sırtına binip yüce hedeflere doğru yol almak mümkün.
Modern insan eski çağların kölelik dönemlerinden kurtulduğunu söyler.  Günümüzde kölelik olmamakla beraber, çoğu insanın, nefsine kul ve köle olduğunu söyleyebiliriz. "Hür doğdum, hür yaşarım! Kime ne? Bana kimse karışamaz!" diyen bu zavallılar, nefislerine, tutkularına, kötü arzularına boyun eğdiklerinin, kölelik yaptıklarının farkında bile değillerdir. Gerçi ellerinde kelepçe, boyunlarında boyunduruk görülmez; fakat ruhları kelepçeli, iradeleri boyunduruk altındadır.
Bütün Kötülüklerin Anası
Adamın biri, annesini öldürür. "Niye anneni öldürdün?" diye sorulduğunda "Zina yapıyordu." der. "Anneni öldüreceğine beraber olduğu adamı öldürseydin." dediklerinde ise şu cevabı verir: "Her gün bir adam mı öldürmeliydim?"
Kıssayı nakleden Mevlâna, ardından şu hatırlatmayı yapar:"Ey insan!.. O kötü tabiatlı anne, senin nefsindir ki onun fesadı her tarafa yayılmıştır."
Yani insan yaptığı yanlışların sebebi, suçlusu olarak buna sebep olan insanları , olayları, durumları görüp kendini temize çıkarmaya, en azından kendini vicdanen rahatlatmaya çalışır. Fakat bu kıssadan hareketle esasen insanın kendi nefsini terbiye etmesi lüzumu açıktır. Aksi halde ölene kadar kendisinin yanlış yapmasına sebep olan olay, durum ya da kişiler az ya da çok var olacaktır. Bunların az olması tabii ki kolaylık olur. Ancak tamamen ortadan kaldırmak imkansızdır. Çünkü bunlar olacak ki sınav olsun ve iyiler, kötüler ayrılsın.
Gerçi nefsi öldürmek, yani onu bütün bütün susturmak  pek mümkün değildir. Ama onu terbiye ermek, kötülüğe değil iyiliğe sevketmek hem mümkün, hem de gereklidir.
Nefis, Bir Düşman mı?
Nefsi yok etmek imkanı yoktur. İstenen de bu değildir. Esas olan onu kötülüklerden uzak tutup iyiliklere yönlendirmek, meşru dairede kalmasını sağlamaktır.
    "Ancak Yüce Allah'a selim kalple gelenler kurtulur." (Şuara , 89), “Nefsini temizleyen kurtuldu. Nefsini kirleten ziyan etti..” (Şems,  9-10)  ayet-i kerimeleri de nefsin terbiye edilmesi gerektiği hakikatini bildiriyor.
 Terbiye edilen nefis ise insanın manevî yükselişinde en mühim bir unsurdur. Böyle bir nefis sahibi, ibadet vadilerinde gezer, daima helâl sahalarda dolaşır; Allah'a samimî kul, Peygamber'e sadık ümmet olarak yaşar. Hz. Yusuf, Kur'an'da nakledilen bir ifadesinde şöyle der: "Ben nefsimi hatadan uzak görmüyorum. Şüphesiz nefis, Rabbimin rahmetine mazhar kıldığı hâller dışında şiddetle kötülüğü emreder."
Demek ki bir peygamber bile nefsine güvenmiyor, normal şartlar altında nefsin daima günahı isteyeceğini bildiriyor.
Çocukta Nefis
Pek çok insan, çocukta nefis olmadığını zanneder. Halbuki nefsin insandaki sınır taramaz istekler, kötü özellikler toplamı olduğu düşünülürse çocukta da nefis olduğu görülür. Meselâ üç yaşındaki çocuğunuzla oyuncakçıya veya markete gittiğinizde çocuk, hoşuna giden her şeyi almak ister, bütçenizin bunları almaya uygun olup olmadığı onu hiç ilgilendirmez. Bir kardeşi dünyaya geldiğinde aşırı bir şekilde onu kıskanır, onunla ilgilenmenizden rahatsız olur. Aynı çocuk, siz bir şey verdiğinizde severek alır, onun elindekini isteseniz kolay kolay vermez. Görüldüğü gibi, çocukta "cimrilik-kıskançhk-menfaatçilik" gibi nefsin pek çok karakteri açıkça kendim belli eder.
Büyüklerin nefsi terbiyeye muhtaç olduğu gibi, çocuğun nefsi de terbiyeye muhtaçtır. "Ağaç, yaş iken eğilir." hükmünce, çocuğun nefsini terbiyeye daha küçükken başlamak isabetli olacaktır. Meselâ beraber markete giderken çocuğunuza "Bu defa marketten sadece ekmek alıp döneceğiz; çikolata almak yok!" deseniz ve bunu zaman zaman uygu-lasanuz, çocuk bazı isteklerini frenlemesi gerektiğini öğrenecektir. Yoksa, çocuğun her istediğini almanın, onu sorumsuzluğa-israfa-nefse mağlûbiyete" maruz bırakması kaçınılmazdır.
Keza, zaman zaman çocuğa "Al bakalım şu iki çikolatayı... Birini arkadaşına ver." deseniz çocuk, "verme"yi öğrenecektir.
Sirklerde gösterilerde kullanılan vahşî aslanlar, bakıcılarının talimatlarına göre şahane hareketler yaparlar. Bu vahşî hayvanları kuzu gibi uysal yapan sır, onların iyi bir terbiyeden geçmelerinde gizlidir; ve bu terbiye, aslanlar henüz yavru iken başlatılır!
Nefis Engeli
İnsan, bu dünyaya Allah'ı bulmak, O'nu tanımak, O'-nun gösterdiği yolda gitmek üzere gönderilmiştir. Fakat imtihan gereği olarak, Allah'a giden yol engellerle doludur. Nefis,bu engellerden en büyüğüdür! Engeller ise takılmak için değil, aşılmak içindir.
Nefsinin kötü meyillerine, şiddetli arzularına boyun eğenler, artık Allah'ın gösterdiği yolda değil, nefsin gösterdiği yolda giderler.
Bu yolda sadece dünya vardır. Bu yolda oyun ve eğlence ile vakit öldürmek vardır. Bu yolda gayrimeşru zevkler vardır. Bu yolda "ben" merkezli kendini beğenmek, kendini satmak, kendi derdinde olmak vardır. Bu yolda ulvî gayelerden mahrumiyet, süflî gayelere yönelmek vardır.
Nehrin akış yönünden yüzmekle nehre karşı yüzmek farklı şeylerdir. Şu hayatta nefse rağmen iyi şeyler yapa-bilmek, nehre karşı yüzmeye benzer. Zordur, ama zevklidir. Her kişinin değil,  kişinin kârıdır.
   
    2. ADIM : NEFSİ TANIMAKTIR.
Nefis, özellikle müspet şeylerde tembellik gösterir. Meselâ, saatlerce TV karşısında bulunmak veya bir eğlencede vakit geçirmek, onu hiç de rahatsız etmez. Fakat dinî bir kitaptan bir saat okumak veya günde beş defa namaz kılmak, ona çok zor gelir. Konumuzu ilgilendiren bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.m.), şöyle der: "Cennet nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle, Cehennem de nefsin hoşuna giden şeylerle kuşatıldı!"
Nefsin bütün isteklerini gayri meşru görmek doğru değildir. "Yemek-içmek-evlenmek" gibi istekler, bir ihtiyaçtan kaynaklanırlar. Fakat bu isteklere ulaşmak ve bunlarla zevkten dört köşe olmakta nefis hiçbir sınır tanımak istemez. Tabir yerindeyse nefsin lügatinde "haram" yoktur. O, her ne şekilde olursa olsun bu isteklerine ulaşmaya çalışır, "Olsun da nasıl olursa olsun!" der. İşte, nefsin haram taramayan, sınır bilmeyen bu hâli, onun hevasıdır. İlâhî dinler, nefsin nevasına engel olacak sınırlar getirirler, "Şunlar helâldir, istifade edebilirsin; bunlar ise haramdır, uzak durmalısın!" derler.
 Meselâ şu Kur'an ayetlerine bakalım: 'Her kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi hevadan alıkoyarsa işte onun barınağı Cennet'tir." Hevaya tâbi bir insanda, meselâ yemek yemek, bir araç değil bir amaç hâline gelir. Yaşamak için değil, yemek için yaşar. Daha çok yemek, daha çok lezzet almak ister. Öyle ki akşam yemeğini Paris'te yiyip dönmek gibi çılgınlıklar, ona gayet normal gelir.
"Hevasını, ilâh edineni gördün mü?" ayeti, konumuz açısından gayet manidardır. İnsan ya Allah'ı ilâh olarak bilir ve O'na itaat eder ya da nefsin kötü arzularını putlaştırr, hevaya tâbi olur. Böyle birisinde tümüyle heva hükmeder. Heva, eline teşvik kamçısını alır, sahibini en rezil günahlara sevk eder.
Nefis-Akıl İlişkisi
Rivayet edilir ki Cenab-ı Hakk, kendi nurundan aklı yaratır. Ona "Gel." der, akıl gelir. "Git." der, gider. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorar. Akıl "Sen benim Rabb-i Rahimimsin, ben ise Senin âciz kulunum." diye cevap verir. Cenab-ı Hakk, akla hitaben der: "Senden daha aziz bir mahlûk yaratmadım. Seninle verir, seninle alırım."
Sonra, ateşten nefsi yaratır. Ona "Gel." der, nefis gelmez. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorar. Nefis "Ben benim, sen sensin." der. Bunun üzerine onu ateşe atar. Nefis hâlâ "Ben benim, sen sensin." demektedir. Cenab-ı Hakk ardından nefsi aç bırakır. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorduğunda, nefis, "Sen benim Rabb-i Rahimimsin, bense senin âciz kulunum!" cevabını verir!
Bu rivayet sembolik bir anlatımla, aklın ve nefsin konumlarını çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Akıl, Allah'a itaatkârdır, haddini bilir, aczini itiraf eder. Nefis ise isyankârdır, haddim aşar, aczini kabul etmek istemez. Ancak rivayette görüldüğü üzere, aç bırakılması gibi durumlarda haddini bilir, Allah'ı tanır, aklın dediğini o da demeye başlar.
Nefsin Zaafları
Halatlar ince yerlerinden kopar, kaleler zayıf yerlerinden fethedilir. Onun gibi, Şeytan, vücut ülkesinde hâkimiyeti ele geçirmek için nefsin zaaflarından istifade eder. Kur'an-ı Kerim, şu ayetiyle nefsin bazı zaaflarına dikkat çeker
"İnsanlara kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve tarıma karşı arzular süslü kılındı."
Yani insan, fıtratı itibarıyla bunlara son derece düşkündür; hayatı, bunları elde etmek için mücadeleyle geçer insanların en çetin imtihanları bunlarla olur.
Üstteki ayette nazara verilen zaaflardan başka, nefsin tembellik, midesine düşkünlük, övülmekten hoşlanmak, başkalarına karşı kibirlenmek, lüzumsuz öfkelenmek, kör hislere sahip olmak, tiryakilik, gaflet, cehalet, heva, heves, peşin lezzetlere müptelâ olmak... gibi daha nice zaafı vardır.
Nefsin zaafları herkeste aynı değildir. Bundan dolayı herkesin imtihanı farklı farklıdır. Kimi midesinden yakalanır, kimi methedilmekten... Kimisi hevesiyle perişan olur, kimisi tembelliğiyle... Basiretli insan, kendi vücut ülkesini iyi tanır, zaaflarım bilir, zayıf noktalarını kuvvetlendirerek nefse karşı direnir, bir "irade insanı" hâline gelir.
    3. ADIM : NEFSİ TERBİYE ETMEDE ESASLARI BİLMEKTİR.
    1. Esas : Gerçekten Niyet Etmek (Kararlı Olmak)
    Bu yola bilinçli ve isteyerek girildiyse uygulamada karşılaşılan zorluklardan yılmamak gerekir. Bu zorluğun da esası nefsin alışageldiği rahatlığı bırakmak istememesidir. Eğer kişi gerçekten kararlı ise düşe kalka hedefine doğru ilerler. Nefsin, sen bunu yapamazsın, ilk hatada, bak gördün mü, boşuna uğraşma, veya daha sonra denersin, biraz ara ver, gibi hilelerine aldanmaz.
    2. Esas : Nefsi Terbiye Etmedeki Amacı Bilmek
    Nefis terbiyesinden amaç eskilerin insan-ı kamil dedikleri her bakımdan olgun bir insan olmaktır. Olgun insandan kasıt Allah’ın istediği gibi bir kul olmaktır. Peygamberimiz bunun en güzel örneği olmuştur. O halde Kur’an’da Allah’ın istediklerini, yani emir ve yasaklarını bilmek ve bunlara göre yaşamaya çalışmak bu yolun esasıdır, denebilir. Bu prensipler, kitabın sonunda belirtilmiştir.
3. Esas: Ahiret İnancı ve Ölüm Gerçeği
Şu fâni dünya misafirhanesi, bir gün gelip kapanacak ve yerini ebedî ahiret âlemine bırakacakbr. Orada herkes, her yaptığından hesaba çekilecek, durumuna göre ceza veya mükâfat görecektir. Kur'an-ı Kerim, pek çok ayetinde "hesap günü"nden bahseder. Meselâ: "Her kim zerre kadar hayır yapsa karşılığını görecek, her kim de zerre kadar şer işlese cezasını görecektir."
"O gün suçlular der: 'Bu nasıl amel defteri böyle?.. Küçük büyük ne varsa hepsini tek tek yazmış!'"
Ahiretin iki menzili vardır: Cennet ve Cehennem... Cennet, nefsini terbiye edenlere mükâfat yeri, Cehennem ise nefsin hevasma uyanlara ceza mahallidir. Malûmdur ki ödüllendirme ve cezalandırma, eğitimde mühim birer metottur. Bir öğrenciye büyük ödül vaat ederek veya onu şiddetli cezayla korkutarak dersinde başarılı olmasını sağlamak mümkündür. Cennet'ten daha büyük bir ödül, Cehennem'den daha şiddetli bir ceza olamaz.
İşte, insan, böyle noktalan düşünerek nefsine çok daha kolay söz dinletebilir, onu hayırlı şeylere daha rahat sevk edebilir.
"Hayat, sadece dünya hayatıdır." diyenler ise nefse hâkim olmakta böylesi bir dayanaktan mahrumdurlar. Zaten kendilerinin nefse hâkim olmak, onu terbiye etmek gibi problemleri de yoktur. Çünkü tümüyle nefse uymuşlar, onun arzularını tatmin etmeyi hayatlarının gayesi bilmişlerdir.
     Ölümü Düşünmek, Unutmamak
Şeker hastalığına yakalanmış değerli bir ilim adamına, "Bu hastalığın tedavisi yok mu?" diye sordum. Dedi: "Var: Ölen, kurtuluyor!" Benzeri bir durum, nefisten kurtuluşta söz konusu. İnsan, nefsin belâ ve şerrinden, cazibe ve fitnesinden daha bu dünyada kısmen kurtulabilirse de tümüyle kurtulması ölümle gerçekleşir. Çünkü ölü için "günahlara meyletmek, uzun emeller peşinde koşmak" gibi nefse ait özellikler arak söz konusu değildir!
Ancak "Ölmeden evvel ölünüz." emrine uyarak sanki ölmüş gibi günahlardan uzak yaşayanlar, nefsin hile ve desiselerinden daha dünyada iken kurtulurlar.
4. Esas : İlâhî Murakabe
Allah katında,  her insan önemlidir.
 İnsanı yaratan ve yaşatan Allah, onun her yaptığını görmekte ve bilmektedir. O'nün, her şeyi kuşatan bir ilmi vardır. Ayrıca görevli melekler yaratmış, bu meleklerle âlemde olup biten her şeyi kaydettirmektedir. "Kiramen Kâtibin" adı verilen bu melekler, tabir yerinde ise ellerinde kameralarla her an görev başındadırlar.
Mühim görevlerle bu dünyaya gönderilen ve her hareketi kaydedilen insan, rastgele hareket edemez, nefsin peşine takılıp gidemez; aksine "Ben başıboş değilim, vazifedar bir yolcuyum." deyip ciddî bir şekilde yaratılış gayesi doğrultusunda yol alır ve almalıdır.
    5. Esas: Dua
Nefsin Nurlanması
    "Allah'ım!..  Nefsimi  nurlandır!"  (Hz. Peygamber (a.s.m.), çok cihetle nur istediği bir duasında şöyle der: "Allah'ım!.. Kalbimi nurlandır, gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır. Sağımı nurlandır, solumu nurlandır. Üstümü nurlandır, altımı nurlandır. Önümü nurlandır, arkamı nurlandır. Allah'ım!.. Nefsimi nurlandır, nurumu azim kıl."
Bu nurlu duada Hz. Peygamber'in "Allah'ım!.. Nefsimi nurlandır!" demesi, konumuz olan nefis terbiyesi açısından özel bir önem arz eder. Şöyle ki: Siyah kömür, ateşe atılınca nuraniyet kesbeder, işe yarar. Pis gübre, gül fidesinin alfana bırakıldığında gülü gü-zelleştirir, hoş kokulara inkılâp eder. Nahoş kokulara sahip petrol, rafine edildiğinde "siyah altın"a dönüşür, kendisinden yüzlerce faydalı mamul madde elde edilir. Onun gibi, şu süflî nefis dahi iyi bir terbiyeyle nuraniyet kazanır, insanın manevî seyru sülûkunda "ateşleyici ve tetikleyici bir unsur" hâline gelir. O zaman süflî zevkler yerine ulvî zevklere yönelir. İsyan-tuğyan yerine Rabbine itaat eder. Böylece gerçek mecrasını bulur, Cennet'e lâyık bir kıymet kazanır.
Hz. Peygamber (a.s.m.), "Cennet'e ancak Allah'a teslim olan nefis girecektir." buyurur. O'na teslim olmayan nefisler ise ateşe teslim edileceklerdir.
İlâhî İsimlerden Yardım
Her şeyin dizgini, Allah'ın elindedir. Söz dinletmekte zorlandığımız nefis de yine O'nıın tasarrufu altındadır. İnsan, çok cihetle Allah'ın yardımına muhtaç olduğu gibi, nefsi terbiyede de yine O'na muhtaçtır. Çünkü her şeyin dizgini, Allah'ın elindedir. Söz dinletmekte zorlandığımız nefis de yine O'nün tasarrufu altındadır.
insan, Allah'ın kemaline unvan olan İlâhî isimlere daima müracaat edebilir, onlardan medet ve feyiz alabilir. Sözgelimi O'nün "Safi" ismini anarak şifa, "Rezzak" ismiyle rızk, "Settar" ismini zikrederek ayıplarının örtülmesini, "Gaffar" ismini zikrederek günahlarının bağışlanmasını... talep eder.
Nefis terbiyesi hususunda özellikle şu isimleri zikrederek nefse hâkimiyet sağlanabilir:
"Rab:" Cenab-ı Hakk, bütün âlemlerin terbiye edicisi-dir. Gerçek manada nefsimizin terbiyesi yine O'nün inaye-tiyle olacaktır.
"Nur" Cenab-ı Hakk, Göklerin ve Yer'in nurudur. Gecenin karanlığından gündüzün aydınlığına çıkarır. Zulmani olan nefis, bu isme mazhariyetle nuranî hâle gelir. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m.), çok cihetle nur istediği bir duasında "Yarabbı!.. Nefsimi nurlandır!"83 demiştir "Latîf:" Cenab-ı Hakk, kesafetli olan topraktan,' letafetli olan çiçekler çıkarttır.
"Kahhar:" Allah'ın mülkünde her şey, O'na tam bir itaat halindedir. Bu ismin tecellilerini tefekkür eden insan, o serkeş nefsini Allah'a itaate sevk eder. Arz ve Sema'nın itaat ettiği zata, nefsin de itaat etmesi yaraşır.
"Sabur" Sabrın mühim bir çeşidi, nefsin günah meyillerine karşı koymaktır; ve bu o kadar kolay bir şey de değildir. İnsan, "Ya Sabûr!.." diyerek bu meyillere karşı Allah'tan sabır ister.
"Metin ve Kavi:" Cenab-ı Hakk, demir gibi bazı şeylere sağlamlık özelliği vermiştir. Nefsin kuvvetli arzularına karşı çelikten bir irade lâzımdır ki dayanılabilsin. Bu da "Metin ve Kavf' isimlerinden medet almakla gerçekleşir.
"Kadir:" Cenab-ı Hakk, sonsuz kudret sahibidir. "Bir şeyi murat ettiğinde 'Ol.' der ve o şey olur." Gökler ve Yer, O'na tam bir itaat halindedir. İnsan bunları düşünüp şöyle dua edebilir:
"Ey Gökleri ve Yer'i yaratan; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine itaat ettiren Allah'ım!.. Nefsimi bana itaat ettir!"
"Kuddüs:" Cenab-ı Hakk, zatında her türlü noksandan münezzehtir. Bu ismin tecellisiyle kâinatı da pırıl pırıl, tertemiz yapmıştır. İnsan bu ismi tefekkür ederek şöyle yalvarabilir.    ,,
"Ey Kuddüs olan Allah'm!.. Nefsimi-sırrımı günahlardan, kusurlardan tertemiz yap!"
"Adl:" Cenab-ı Hakk, her şeye bir nizam, bir denge vermiş ve haddi aşmaya kabiliyetli olanları durdurmuştur. Meselâ dünyayı çepeçevre saran denizler, ilâhî adalet sonucu karalara tecavüz etmez; Ay ve Güneş, kendilerine belirlenen yörüngelerden çıkmazlar. İnsan bu ilâhî ismi düşünerek, "Yarabbi!.. Nefsimi mutedil kıl, beni onun taşkınlıklarından koru." der, sükûnet bulur.
"Hakîm:" Cenab-ı Hakk, her şeyi hikmetle yapar, O'-nun tasarrufunda abes yoktur, her yaptığı yerli yerindedir. Nefis ise abes şeylere meyleder, boş işlerle oyalanmaktan lezzet alır. Bu ismin nurlarına mazhariyetle böyle boş işlerden kurtulur, her işini hikmetle yapmaya çalışır.
İşte, daha bunlar gibi diğer ilâhî isimlerden medet alarak, insan, nefsini terbiye edebilir, onu en ileri kemal noktalarına sevk edebilir.
6. Esas: Mürşit Unsuru
Öğrenciler, öğretmenlerin nezaretinde eğitim görürler. Çıraklar ustalarından sanat öğrenirler. Sporcular, antrenörlerin rehberliğinde antrenman yaparlar. Bütün bunlarda "bir yol gösterici"ye ihtiyaç olduğu gibi, nefis terbiyesinde de "mürşit'e ihtiyaç vardır.
"Mürşit," "irşat eden-yol gösteren" anlamındadır.Kur'an-ı Kerim, bir mürşittir; insanlara hidayet yollarını gösterir. Hz. Peygamber bir mürşittir; Kur'an'ın teorik olarak gösterdiği esasların pratik uygulamasını yapar. Bu yüzdendir ki Hz. Aişe, Resulullah'ın ahlâkını soranlara, "Siz Kur'an okumuyor musunuz? O'nun ahlâkı Kur'an ahlâkı idi." demekteydi. Kur'an, Hz. Peygamber'i "usve-i hasene," yani "güzel örnek" olarak anlatır. O, bütün insanlığa rehberdir, model insandır.
Tarikattaki şeyh, bir mürşittir. "Peygamber'de fâni ol-' mak ve "Allah'ta fâni olmak" anlamında olan "fena fir-resul "fena fillâh" makamlarına çıkmaya vesile olur.
Medresedeki âlim, bir mürşittir. Nitekim, Hz. Peygamber, "Âlimler, peygamberlerin varisleridir." buyurmuştur.
İnsan böyle mürşitlerden ders almazsa boşlukta kalır, Şeytan'ın elinde oyuncak olur. Nitekim, "Mürşidi olmayanın mürşidi, Şeytan'dır!" denilmiştir. Mürşitlerden istifade edenler ise insaniyetin en alt mertebelerinden en yüce zirvelerine doğru yol alırlar.
7. Esas: Nefsin Tekebbürünü Kırmak
Nefis, birtakım meziyetleri sebebiyle gururlanmak ister. Meselâ güzelliğine aldanır, servetine güvenir, saltanatıyla hava atmak ister, güç ve kudret sahibi olduğunu zanneder, sanatıyla mağrur olur.
Hâlbuki bunların nereden ve kimden geldiğini, akıbetlerinin ne olacağını düşünse kibirden, gururdan vazgeçer. Meselâ aldanmış olduğu güzelliği, arızî ve geçici bir güzelliktir. Ayaz vurmuş çiçeklerin pörsümesi gibi, ihtiyarlık mevsimi geldiğinde yüzü buruşacak, o güzellikten eser kalmayacaktır. Güvenmiş olduğu servet, "bugün var yarın yok" türünden bir şeydir. Ekonomik bir krizle bütün serveti sıfırlanabilir, hatta sıfırın altına düşebilir.
Yaptığı resim tablolarıyla gururlanan biri, her varlıktaki İlâhî sanatı düşündüğünde haddini bilir, kibirden kurtulur, "Gerçek sanatkâr, Allah!.." der. Diğer taraftan insan, evvelinin "nutfe," akıbetinin "cife" olduğunu hatırladığında haddini bilir, zararlı tekebbürden kurtulur.
Sözgelimi nefis, ibadete yanaşmak istemez. Buna karşı onun ellerini bağlamak, belini bükmek, yüzünü sürtmek gerekir. Nefis, Akmadan usanmadan "ben" der durur. Öyleyse insan Hakk'ı zikretmeli, "kalbiyle-ruhuyla-bütün duygularıyla" hep O'na teveccüh eylemelidir. Belki de bunun için olsa gerek, tarikat ehli "Hu [O]" zamirini virt edinirler, nefis "Ben." dedikçe onlar "O." derler." Kitap okumak nefse zor gelir, Allah'ı zikirden geri durur, şahsî çıkarının olmadığı yerde bulunmak istemez, gece ibadetinden âdeta kaçar. Öyle ise hemen bunları ve benzeri iyilikleri yapmak lâzımdır. Diğer taraftan kendini övmekten ve övülmekten zevk duyar, şehvanî şarkılardan hoşlanır, müstehcen manzaralardan lezzet alır, gayrimeşru gece hayatına meyyaldir. Öyle ise bunlardan ve benzerlerinden uzak kalmak gerekir. 
8. Esas: Şiddetli Uyarım Alanları
Çocuk, oyuncakçı dükkânına girdiğinde şiddetli bir uyarımla karşı karşıya kalır. Birbirinden cazip oyuncakların her biri âdeta "Gel, beni al!" diye haykırmaktadır. Oyuncakçı dükkânından çıktığında ise bu ses, şiddetim kaybeder.
Devamlı dünyevî sohbetlerin yapıldığı yerlere giden birisi, nefsinde dünyaya karşı kuvvetli meyiller olduğunu görür. Müstehcen şeylere bakan birisi, gayrimeşru ilişkilere düşmekten kurtulamaz. TV'de devamlı reklâmları izleyen birisi, reklâmı yapılan malları alma hissiyle dolup taşar. Her izleyişi, satın alma hissini biraz daha kamçılar. Nefse hâkim olmanın önemli esaslarından biri, onu böyle şiddetli uyarım alanlarından uzak tutmaktır. Peygamberler ve büyük maneviyat erleri, en azından hayatlarının belli bir döneminde toplumdan uzak kalmış, tümüyle iç âlemlerine yönelmişlerdir. Hak yolda ilerlemek isteyenler, günümüz hayat şartlarında hiç olmazsa bir aylarını insanlardan ve günahlardan uzak yerlerde değerlendirebilir, gönül dünyalarının "yıllık bakım"ım yapabilirler.
İslam’a uymayan TV kanallarının hemen hemen bütün programları nefse yöneliktir. Pek çoğu haramlarla doludur. En büyük zararı da insanı dinden uzaklaştıran dünya hırsını kamçılar. Bu kanalları seyretmemek kişiye nefis terbiyesinde büyük mesafe kazandırır. Bunlar yerine faydalı programlar da seyredilebilirse bu işte epey mesafe alınmış olur.
    9. Esas: Nefsi İyiliğe Yönlendirmek
"Allah'ım!.. Doymayan bir nefisten Sana sığınırım!" Hz. Muhammed (a.s.m.)
Doymamak ve dolmamak, nefsin belli başlı özelliklerin-dendir. "Âdem oğlunun iki vadi dolusu altnı olsa bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur!" hadisi, insan nefsinin bu yönünü ifade eder.
Mesela, ömür boyu kendisine ve ailesine yetecek servete sahip biri, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi hırsla dünyaya saldırır, daha fazla, daha fazla kazanmak ister. Kendisini alkışlayanlar, methedenler hayli olduğu hâlde o, içinden, "Daha yok mu, daha yok mu?" der. En güzel arabalardan birine bindiği hâlde yeni yeni modeller araştırır, onlara ulaşmaya çalışır. Çılgınca icra edilen eğlencelere katıldığı hâlde bir türlü tatmin olmaz, yeni yeni çılgınlıklar peşinde koşar. Aslında nefsin bu özelliğinden müspet alanlarda yararlanmak mümkündür. Sözgelimi, daha fazla ilim, daha fazla hizmet, daha fazla başarı, daha fazla marifet…
"Bir şeyi aşın sevmen, seni kör ve sağır yapar."
 Aslında insanın âşık olduğu şeyler, sevilmeyecek şeyler değildir. İnsan fıtraten bunlara meyilli yaratılmıştır. İşi tehlikeli yapan, sevgide ölçüyü kaçırmak, lezzeti lezzet için istemektir. Meselâ güzel bir arabayı sırf keyif sürmek için istemek, şehvanî ve nefsanî bir sevgidir. Aynı arabayı zamanı daha iyi değerlendirmek, işlerini daha sür'atli yapmak, güzel faaliyetlerde her tarafa yetişmeye çalışmak için istemek ise meşru bir muhabbettir. Böyle bir muhabbet, kınanmaya değil, övgüye lâyıktır.
Nefsi Öldürmek
"Nefislerinizi   öldürün." Kur'an-ı  Kerim
Hz. Musa zamanında İsrailoğullarından bazıları, Allah'ın dinine girdikten sonra, bir ilâh imiş gibi buzağıya taparlar. Hz. Musa bunlara şöyle der: "Ey kavmim!.. Sizler buzağıyı ilâh edinmekle nefsinize zulmettiniz. Öyle ise Yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün." Ayetin "Nefislerinizi öldürün." kısmı, bir yönüyle "nefsin arzularını kesmek, onu bütün bütün susturmak" şeklinde anlaşılmış ve tasavvuf ehlince kullanılan bir deyim hâlini almıştır.
 Mesela, nefiste olan şiddetli hırsı susturmak yerine o şiddetli hırsı ilme, amele ve ihlâsa yönlendirmek, daha faydalıdır. Benzeri bir şekilde, zengin olma arzusunu iptal etmek yerine serveti Hakk'ın yolunda halka hizmette kullanmak; kaliteli bir arabaya binme sevdasını yok etmek yerine o arabayla iyi yerlere gitmek... insan tabiatına daha uygun olacaktır.
Bu gerçeği bilmeyen bazı nasihatçiler, öğüt verirken "Haset etme! Hırs gösterme! Düşmanlık yapma! Dünyayı sevme!" şeklinde ifadeler kullanırlar. Böyle diyeceklerine, "Bunların yönlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını •değiştiriniz." deseler sözleri daha etkili olacaktır.
10. Esas: Nefsi, Hakikatlerle Meşgul Etmek.
Tabiat, boşluk kabul etmez. İmam Şafiî'ye nisbet edilen şu söz, nefis terbiyesinde de mühim bir esastır: "Sen, hakla meşgul ol; yoksa, batıl, seni istilâ edecektir!"
İnsan ya hak ve hakikatle meşgul olur veya lüzumsuz şeyler onun hayatını doldurur; zira tabiat, boşluk kabul etmez.
Verimli bir tarlaya sahip olan kişi, ya o tarlayı sürer, güzel tohumlar serper, sulamasını yapar ve neticede iyi bir mahsul elde eder veya o tarlayı kendi hâline bırakır, tarla faydasız ot ve dikenlerle dolar. Tarlanın ot ve dikenlerle dolması için özel bir gayret sarf etmeye lüzum yoktur, kendi hâline terk etmek yeterlidir; ama iyi mahsul almak için özel bir çaba sarf etmek gerekir.
İşte, nefsi hak ve hakikatle meşgul etmek, özel bir cehd, ciddî bir gayret ister. Meselâ ibadetle, zikirle, kitap okumakla, tefekkürle günün saatlerini doldurunca nefse pek vakit kalmaz. Fakat günlük programımızı dolduracak böyle şeyler yoksa, nefis bizi başka şeylerle oyalar, kendi programını tatbik eder.
Hayatımızın eski sayfalarında az veya çok, günah lekeleri olabilir. Ama ciddî bir kararla ve kararlılıkla hayatımızda yeni, parlak ve beyaz bir sayfa açabiliriz. Bütün nefislere seslenen ve müjde veren Zümer Suresinin 53. ayetini, nefis taşıyan herkese hatırlatmak istiyoruz: "De ki: Ey nefislerine zulmeden kullarım!.. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz; çünkü Allah, günahları affeder. Gerçekten O, Ğafur-Rahim'dir." Ölüm anında şu müjdeli İlâhî hitaba muhatap olmayı, herkes için en büyük saadet biliyoruz: "Ey mutmain nefis!.. Sen O'ndan, O da senden razı olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve Cenneti-me gir."
11. Esas: Nefis Terbiyesi Ömür Boyu Şuurlu Olmayı Gerektirir
Nefis Ejderhası
Bir yılan avcısı, dağda donmuş bir ejderha bulur. Ölmüş zannederek şehre getirir. Halk, bu büyük ejderhanın etrafında halka olmuş seyrederken güneşin ısısıyla buzları çözülen ejderha, kıpırdamaya başlar. Halk, dehşet içinde sağa sola kaçışır. Yılancı ise korkusundan ne yapacağını bilemez. Ejderha, yılancının üzerine saldırır ve işini bitirir!
Hikâyedeki ejderha, nefsi temsil etmektedir. Nefis ejderhası bazen ölü gibi hareketsiz görülse de bu hâli geçicidir. Her an harekete geçebilir, sahibine zarar verebilir. Meselâ karşı cinse karşı ilgi, bulûğ dönemiyle birlikte kıpırdanmaya başlar. Benzeri bir durumu, mal makam gibi nefsin düşkün olduğu şeylerde görürüz. İnsan, hayatının bir döneminde bunlara karşı ilgisiz kalsa bile uygun bir ortam meydana geldiğinde nefis bunlara meyleder, ulaşmaya çalışır.
       Nefisle Mücadelede Devamlılık
Profesyonel sporcular, "yemelerine, içmelerine, uyumalarına, antrenmanlarına" dikkat etmek zorundadırlar. Ve bu dikkat, devamlılık arz eder. Sözgelimi bir hafta antrenmana katılmayan bir sporcu, hantallaşır ve müsabakada bir varlık gösteremez.
Benzeri bir durum, nefisle mücadelede görülür. Bir imtihan salonu olan şu dünyada yaşayan insanlar, ömürlerinin sonuna kadar nefisle imtihan edildiklerinden, hiçbir zaman "Artık nefisle mücadelem bitti, kurtuldum!" diyemezler.
Nefisle Güreş
Hz. Peygamber (a.s.m.), şöyle buyurur: "Pehlivan, rakibinin sırtım yere getiren değil, öfke anında nefsine hâkim olabilendir." İnsan, zaman zaman durgun deniz misali sükûnet hâli yaşar, fakat bazen de dağlar gibi dalgaları olan denize benzer. Bu durumda öfke şişer şişer ve insanın bütün benliğini kaplar. İşte, böyle bir hâlde nefse hâkim olabilmek hiç de kolay değildir. Zira "öfkede akıl yoktur." Öfke konuşunca akıl susar.
Öfke tümüyle insanı bürüdüğü zaman nefse hâkimiyet zor olmakla beraber, imkânsız değildir. O anda insan "La havle velâ kuvvete illâ billâh." veya "Ya Sabûr!.." diyerek Allah'tan yardım diler. Onun yardımıyla hiddeti-öfkesi dinmeye başlar, sükûnete kavuşur. Cazip rüşvet teklifi alan bir memur, içi para dolu olan bir cüzdan bulan bir kişi, bazı tavizler karşılığında daha yüksek bir makama getirilecek bir amir, imtihanda kopya çekme imkânı olan bir talebe... nefisleriyle yaka paça olurlar, ciddî bir sınavdan geçerler. İç âlemlerindeki manzara, tam bir güreş manzarasıdır: Nefis saldırmakta, onlar korunmaya çalışmaktadır.
Nefisle yapılan güreş, bir ömür boyu sürer. Kimileri nefsin isteklerine hep yenik düşer; kimileri de zaman zaman yener, bazen de yenilir, ama sayıyla galip sayılırlar; kimileri ise nefse göz açtırmaz, fırsat vermez, onu mağlup ederler.
Şadi EREN'in Nefis Terbiyesi kitabından derlenmiştir.


BU ARALAR NEFSİMİ YENMEYE ÇOK İHTİYACIM VAR VE BUNUN İÇİN UĞRAŞIYORUM.ASLINDA BUNA HEPİMİZİN İHTİYACI YOK MU?

eskiler...

artık burada devam edeceğim yazılarıma.eğer eski yazılarıma göz atmak isterseniz; http://www.gelenlergidenler.blogspot.com ve http://www.gelenlerlegidenler.blogspot.com/ adreslerine bakın derim.